Dolmuş Şöförlerinin Sigortalılığı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
- 2012/21-137
- 2012/433
- 4.7.2012
- HİZMET TESPİTİ DAVASI ( İşverenin Çalışma Olgusunu Kabul Etmesinin Dahi Sonuca Etkili Olmayacağı - Mahkemenin Gerçek Çalışma Olgusunu Kendiliğinden Araştırması Gerektiği )
- TANIK BEYANI ( Davacının Tanık Olarak Bildirdiği Kişilerin Aynı Dönemde Davacı İle Birlikte Bu İşyerinde veya Komşu İşyerinde Çalışan Kişiler Olup Olmadığının Tespit Edileceği - Hizmet Tespiti Talebi )
- MİNİBÜS ŞÖFÖRÜNÜN HİZMET TESPİTİ TALEBİ ( Davacının Tanık Olarak Bildirdiği Kişilerin Aynı Dönemde Davacı İle Birlikte Bu İşyerinde veya Komşu İşyerinde Çalışan Kişiler Olup Olmadığının Tespit Edileceği )
506/m.79
ÖZET : Hizmet tespiti davasında uyuşmazlık; davacının davalı yanında minibüs şoförü olarak gerçek çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı olarak kanıtlayıp kanıtlayamadığı, mahkemece bu konuda yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. İşverenin çalışma olgusunu kabul etmesinin dahi sonuca etkili olmayacağı, yine de mahkemenin gerçek çalışma olgusunu kendiliğinden araştırması gerektiği, bu kararda gerçek çalışma olgusunun yeterince araştırılıp araştırılmadığı hususlarının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmediği gözetildiğinde bu kararın davanın kabulü için yeterli olamayacağı açıktır.
Davacının tanık olarak bildirdiği kişilerin aynı dönemde davacı ile birlikte bu işyerinde veya komşu işyerinde çalışan kişiler olup olmadığı gerekli kurum ve kuruluşlardan sorulmadan ve bu konuda yeterli araştırma yapılmadan dinlendiği dikkate alındığında, tanıkların beyanlarının tespite esas olamayacağı ortadadır. Mahkemece yapılacak iş, davacının davalı işveren yanında çalışma olgusunun varlığının kanıtlanabilmesi yönünden; tespiti istenilen dönemde davacı ile birlikte çalışan tanıkların ve komşu işyerleri sahipleri ile çalışanlarının bilgi sahibi kurum ve kuruluşlardan sorulmak suretiyle tespit edilerek, çalışmanın gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde beyanda bulunabilecek tanıklar tespit edilerek, davalı işyerinin 506 Sayılı Kanun kapsamında olup olmadığını sormak, gerçek çalışma olgusunun davacının hizmet süresini belirleyip varılacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.
DAVA : Taraflar arasındaki “hizmet tespiti” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; Bakırköy 9. İş Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 10.02.2010 gün ve 2008/3 E., 2010/94 K. sayılı kararın incelenmesi davalılar vekilleri tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 21.Hukuk Dairesinin 30.5.2011 gün ve 2010/4308 E., 2011/4940 K. sayılı ilamı ile;
( ... 1- ) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı kanuni gerektirici nedenlere göre davalılar vekillerinin aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazlarının reddine,
2- ) Dava, davacının davalı işverene ait işyerinde 10.11.1996-15.3.2004 tarihleri arasında çalıştığının tespiti istemine dair olup, davacı vekili 10.2.2010 tarihli duruşmada 30.12.2003-15.3.2004 tarihleri arasındaki döneme dair tespit talebinden feragat ettiğini beyan etmiştir.
Mahkemece davacının davalı işverene ait işyerinde 10.11.1996-30.12..2003 tarihleri arasında geçen çalışmalarının tespitine, fazla talebin reddine karar verilmiştir.
Dosyadaki kayıt ve belgelerden davacının 30.12.2003-14.5.2006 tarihleri arasında 2926 Sayılı Yasaya tabi Tarım Bağ-Kur sigortalısı olduğu, davacının davalı işverene karşı açtığı Bakırköy 1. İş Mahkemesi`nin 2008/10-694 Esas sayılı işçilik alacakları istemli davada davacı tanıklarının Bakırköy-Yenibosna hattında aynı durakta şoför olduklarını, davacının 1996 dan buyana davalıya ait minibüste şoför olarak çalıştığını, davalı tanıklarının ise davacının gündelikçi şoför olarak haftada 1-2 defa çalıştığını söyledikleri, kıdem tazminatının 10.11.1996-15.3.2004 tarihleri arası için hesaplandığı, kararın taraflarca temyiz edilmeden kesinleştiği, gerek işçilik alacakları dosyasında, gerekse mahkemece dinlenen davacı tanıkları E. İ., D. Ş. D. ile davalı tanıkları A. B. ile M. K.`nun bordro ya da komşu işyeri tanığı olup olmadıklarının araştırılmadığı, davacının çalıştığını iddia ettiği 34 M ... plakalı minibüsle ilgili olarak kesilen trafik ceza tutanaklarında davacı isminin bulunmadığı, ceza makbuzlarının davalı V. H. üzerine kesildiği, davacıya ait herhangi ücret ödeme bordrosu olmadığı, yani davacının çalıştığına dair herhangi yazılı belge bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Kanunun 79/10. maddesinde bu tür hizmet tespiti davalarının kanıtlanması yönünden özel bir yöntem öngörülmemiştir. Kimi ayrık durumlar dışında resmi belge ve yazılı delillerin bulunması sigortalı sayılması gereken sürelerin saptanmasında güçlü delil olmaları itibariyle sonuca etkili olurlar. Ne var ki bu tür kanıtların bulunmaması halinde somut bilgilere dayanması inandırıcı olmaları koşuluyla bordro tanıkları veya iş ilişkisini bilen komşu işyeri çalışanları gibi kişilerin bilgileri ve bunları destekleyen diğer tanıklarla dahi sonuca gitmek mümkündür.
Bu yön Yargıtay H.G.K.nun 16.9.1999 gün, 1999/21-510-527, 30.6.1999 gün 1999/21-549-555, 5.2.2003 gün 2003/21-35-64, 15.10.2003 gün 2003/21-634-572, 3.11.2004 gün 2004/21-480-579 ve 2004/21-479-578, 10.11.2004 gün 2004/21/538 ve 1.12.2004 gün 2004/21-629 Sayılı kararlarında da vurgulanmıştır.
Somut olaya gelince; mahkemece açıklana şekilde fiili çalışmanın varlığının yöntemince araştırılmadan sonuca gidildiği ortadadır. Gerçekten ifadesi hükme dayanak alınan davacıyla birlikte bu işyerinde çalışan kayıtlara geçmiş tanıklar olmadığı, tespit istenen tarihler arasında aynı durakta ( minibüs hattında ) davacı ile birlikte çalışıp çalışmadıklarının emniyet, belediye, Şoför-Minibüsçüler odasından araştırılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu bakımdan tanık sözleri çalışma olgusu yönünden somut olgulara dayanmamakta, soyut düzeyde kalmaktadır. Giderek tanık sözlerinin inandırıcı güç ve nitelikte olduğu söylenemez.
Gerçekten davacının davalı işyerinde çalışmaları ile ilgili davalı işyerinden verilmiş dönem bordrosu, işe giriş bildirgesi verilmediği nazara alınarak 10.11.1996-30.12.2003 tarihleri arasında davacı ile birlikte aynı durakta çalışan işyeri tanıkları, Emniyet, Şoförler-Minibüsçüler Odası, Belediye gibi kuruluşlardan tespit edilerek beyanlarına başvurulmadan giderek aynı durağa ( hatta ) komşu işyerleri ile çalışanlarının bilgilerine başvurulmadan, yeterince araştırma yapılmadan sonuca gidilmesi hatalı olmuştur.
Yapılacak iş; 10.11.1996- 30.12.2003 tarihleri arasında Bakırköy-Yenibosna hattında ( aynı durakta ) davacı ile birlikte çalışan tanıkların ve komşu işyerleri sahipleri ile çalışanlarının Emniyet, Belediye, Şoförler-Minibüsçüler Odasından tesbit edilerek çalışmanın gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde beyanlarını almak, davalı işyerinin 506 Sayılı Kanun kapsamında olup olmadığını sormak, gerçek çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı şekilde 506 Sayılı Kanunun 2,6,9 ve 79/8 maddeleri gereğince kanıtlandıktan sonra davacının hizmet süresini belirleyip varılacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.
Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözetilmeksizin yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalılar vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır… ),
Gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
H.G.K.nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
KARAR : Dava, davacının davalı işverene ait işyerinde 10.11.1996-15.3.2004 tarihleri arasında çalıştığının tespiti istemine dair olup,
Davacı vekili 10.02.2010 tarihli duruşmada 30.12.2003-15.3.2004 tarihleri arasındaki döneme dair tespit talebinden feragat ettiğini beyan etmiştir.
Davacı, davalıya ait 34 M ... plakalı ticari minibüste 10.11.1996-15.3.2004 tarihleri arasında şoför olarak aralıksız çalıştığını, işveren tarafından SSK`ya bildirimde bulunulmadığını belirterek çalışmış olduğu 10.11.1996 tarihi ile 15.3.2004 tarihi arasındaki dönemin tespitine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı V. H. vekili, müvekkilinin geçimini minibüsçülükle sağladığını, ticaret siciline kayıtlı bir iş yerinin olmadığı gibi, başka bir işle de iştigal etmediğini, dolayısıyla 507 Sayılı Kanunun 2.maddesine göre işveren sayılmadığını, davada İş Kanunu’nun uygulanma olanağı bulunmadığını, müvekkili ile davacı taraf arasında hizmet akdi kurulmadığını, davacının ara sıra müvekkiline ait minibüste yevmiyeli ( gündelik şeklinde ) çalıştığını belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı SGK Başkanlığı vekili, davalı V. H. adına kurumda tescilli işyeri bulunmadığını, davacının öncelikle resmi belgelerle diğer davalıya ait işyerinin faaliyette bulunduğunu ispat etmesi gerektiğini, davacının 506 Sayılı Kanunun Ek 40. maddesine göre çalışmaya başladığı tarihten itibaren otuz gün içinde Kuruma çalışmaya başladığını bildirmediğini belirterek davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davacı vekili, 10.2.2010 tarihli duruşmada, 30.12.2003 tarihine kadar olan dönem için taleplerinden vazgeçtiğini söylemiştir.
Mahkemece, davacı ile davalılardan V. H. arasında görülen Bakırköy 1. İş Mahkemesi’nin 2008/10 E. sayılı dosyasında davacının davalı yanında hizmet akdi ile çalıştığının tespit edildiğini ve davacının kıdem ve ihbar tazminatı alacağına hak kazandığının hüküm altına alındığını, kararın kesinleştiğini, davacı tanıklarının da davacının davalıya ait ticari araçta çalıştığını beyan ettikleri gerekçesi ile;
Davanın kısmen kabulüne; davacının 10.11.1996 - 30.12.2003 tarihleri arasında davalı V. H.`nın yanında 506 ( 5510 ) sayılı Yasa’ya tabi sigortalı olarak çalıştığının tespitine, fazla talebin reddine dair verilen karar;
Özel Dairece, metni yukarda aynen yazılı gerekçe ile bozulmuş; Mahkemece, önceki gerekçeler genişletilerek direnme kararı verilmiş; direnme kararını davalılar vekilleri temyize getirmişlerdir.
Açıklanan maddi olgu, iddia ve savunma ile bozma ve direnme kararlarının kapsamları itibariyle H.G.K. önüne gelen uyuşmazlık; davacının davalı yanında 10.11.1996-30.12.2003 tarihleri arasında minibüs şoförü olarak gerçek çalışma olgusunu somut ve inandırıcı bilgilere dayalı olarak kanıtlayıp kanıtlayamadığı, mahkemece bu konuda yapılan araştırmanın yeterli olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Öncelikle; davanın yasal dayanağını oluşturan 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10 maddesinin irdelenmesinde ve hukuki niteliği ile; ispat koşulları üzerinde durulmasında yarar vardır.
506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 79/10 maddesinde; “... Yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları kurumca tespit edilemeyen sigortalılar, çalıştıklarını hizmetlerinin geçtiği yılın sonundan başlayarak 5 yıl içerisinde mahkemeye başvurarak alacakları ilam ile ispatlayabilirlerse, bunların mahkeme kararında belirtilen aylık kazanç toplamları ile prim ödeme gün sayıları nazara alınır.” hükmü yer almaktadır.
Sosyal Sigorta sistemimizde işverenlerin, prim ve vergi ödememek veya başka nedenlerle, çalıştırmış oldukları kişileri kuruma ya hiç bildirmedikleri yada çalışmalarını eksik bildirdikleri olgusu göz önüne alınarak yukarda açıklanan yasal düzenlemeye gidilmiş ve yönetmelikle tespit edilen belgeleri işveren tarafından verilmeyen veya çalıştıkları hususu kurumca tespit edilemeyen sigortalılara mahkemeye başvurarak hizmetlerini ispatlama olanağı getirilmiştir.
1982 Anayasasının 12.maddesine göre; “Herkes kişiliğine bağlı,dokunulmaz devredilmez, vazgeçilmez, temel hak ve hürriyetlere sahiptir.” 60.maddede ise; “Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir” hükmüne yer verilmiştir.
Bu iki hüküm birlikte değerlendirildiğinde, sosyal güvenlik hakkının kişiye sıkı sıkıya bağlı dokunulmaz ve vazgeçilemez bir hak olduğu sonucuna ulaşılmaktadır.
506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 6.maddesinde de, bu ilke aynen benimsenerek, çalışanların işe alınmalarıyla kendiliğinden sigortalı olduğu, bu suretle sigortalı olmak hak ve yükümünden kaçınılamayacağı ve vazgeçilemeyeceği, sözleşmelere sosyal sigorta yardım ve yükümlerini azaltmak veya başkasına devretmek yolunda hükümler konulamayacağı belirtilmiştir. Bu haliyle sigortalı olmak, kişi bakımından sadece bir hak olmayıp aynı zamanda bir yükümlülüktür.
Hizmet tespiti davalarının kamu düzenini ilgilendirdiği, Yargıtay uygulamalarından ve öğretide duraksamaya yer vermeyecek kesinlikte kabul edilmiştir.
İş Hukukunun hem kamu hukuku, hem de özel hukuk alanında kalan özellikleri dikkate alındığında, özellikle feshin geçersizliği, işe iade ve hizmet tespiti davalarında kendiliğinden araştırma ilkesinin ağır bastığı görülür. Gerçekten genel kural kapsamında hizmet tespiti davaları taraflarca hazırlama ilkesi kapsamında kalan olgular dışında genelde, kendiliğinden araştırma ilkesi söz konusudur.
Bu değerlendirmeler ışığında, hizmet tespiti davalarının kamu düzenini ilgilendirmesi ve kendiliğinden araştırma ilkesinin uygulandığı davalardan olması nedeniyle, ispat yükü bir tarafa yüklenemez.
Bu nedenle, kamu düzenini ilgilendiren hizmet tespiti davalarında hakimin özel bir duyarlılık göstererek delilleri kendiliğinden toplaması ve sonucuna göre karar vermesi gerekir. Zira, sigortalı tarafından hizmet tespiti davasının açılması ile Sosyal Güvenlik Kurumu bir çalışma ilişkisinden haberdar olacak gerektiğinde müfettiş incelemesi yaparak resen prim tahakkuk ettirip, tahsil edecektir. Dolayısıyla, hizmet tespiti davaları kurumun hak alanını da doğrudan ilgilendirmektedir.
Öte yandan, hizmet tespiti davalarının amacı hizmetlerin karşılığı olan sosyal güvenlik haklarının korunmasıdır.
Bu tür davalarda, öncelikle davacının çalışmasına dair belgelerin, işveren, tarafından verilip verilmediği, ya da çalıştıklarının kurumca tespit edilip edilmediği yöntemince araştırılmalıdır.
Bu yasal koşul oluşmuşsa işyerinin o dönemde gerçekten var olup olmadığı, Kanunun kapsamında veya kapsama alınacak nitelikte bulunup bulunmadığı eksiksiz bir şekilde belirlenmeli daha sonra çalışma iddiasının gerçeğe uygunluğu özel bir duyarlılıkla araştırılmalıdır.
Çalışma olgusu her türlü delille ispatlanabilirse de çalışmanın konusu, sürekli kesintili mevsimlik mi olduğu, başlangıç ve bitiş tarihleri ve alınan ücret konularında tanıkların sözleri değerlendirilirken bunların inandırıcılığı üzerinde durulmalı, verdikleri bilgilere nasıl vakıf oldukları, işveren ve işçiyle, işyeriyle ilişkileri, bazen uzun yılları kapsayan bilgilerin insan hafızasında yıllarca eksiksiz nasıl taşınabileceği düşünülmeli ve tanıklar buna göre isticvap olunmalı, işyerinin kapsam kapasite ve niteliği ile bu beyanlar kontrol edilmeli, mümkün oldukça işyerinin müdür ve görevlileri, işyerinde çalışan öteki kişiler ile o işyerine komşu ve yakın işyerlerinde bu yeri bilen ve tanıyanlar dahi dinlenerek tanık beyanlarının sağlığı denetlenmeli ve çalışma olgusu böylece bir kuşku ve duraksamaya yer bırakmayacak sağlıklı bir biçimde belirlendikten sonra ücret konusu üzerinde durulmalı tespiti istenilen sürenin evvelinde ve sonrasında yazılı delil başlangıcı sayılabilecek ödeme belgeleri ve sair bu nitelikte bir belge yoksa Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunun 288. maddesinde yazılı sınırları aşan ücret alma iddialarında yazılı delil aranmalı, bu sınırlar altında kalan ücret alma iddialarında ücret miktarları tanıklardan sorulmalı 506 Sayılı Kanunun 3/B ve D maddelerinde olduğu gibi ücretin sigortalı sayılmanın koşulu olan durumlarda, ücret alma olgusunun var olup olmadığı özellikle saptanmalıdır.
Bu davalarda işverenin çalışma olgusunu kabulü ya da reddinin tek başına hukuki bir sonuç doğurmayacağı da göz önünde tutulmalıdır.
Yukarıda açıklanan hususlar, yeterli ve gerekli bir araştırmayla ve deliller hep birlikte değerlendirilerek aydınlığa kavuşturulduktan sonra o çalışmanın sigortalı çalışma niteliğinde olup olmadığı, ya da ne zaman bu niteliğe kavuştuğu yönü üzerinde durulmalı ve çalışmayı kapsama alan Kanunun yürürlük tarihinden sonraki dönem için hizmetin tespitine karar verilmelidir.
O nedenle, burada, fiili çalışmanın varlığının kabul edilebilmesi için hangi kanıt ve olguların bulunması gerektiği üzerinde durulmalıdır.
Gerçekten; 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Yasası’nın 2 ve 6. maddelerinde açıkça belirlendiği üzere, sigortalılığın oluşumu yönünden çalışma olgusunun varlığı zorunludur. Eylemli veya gerçek biçimde çalışmanın varlığı saptanmadıkça, hizmet akdine dayanılarak dahi, sigortalılıktan söz edilemez.
Hemen belirtilmelidir ki, fiili veya gerçek çalışmayı ortaya koyacak belgeler, işe giriş bildirgesiyle birlikte, 506 S.K. nun 79.maddesinde belirtilen ve sigortalının çalışma gün sayısını, kazanç durumunu çalışma tarihleriyle birlikte ortaya koyan aylık sigorta gün bilgileri ile Sosyal Sigorta İşlemleri Yönetmeliği’nin 17.maddesinde belirtilen dört aylık prim bordroları gibi Kuruma verilmesi zorunlu belgelerdir. Yöntemince düzenlenip süresi içerisinde kuruma verilen işe giriş bildirgesi, kişinin işe alınmış olduğunu gösterirse de, fiili çalışmanın varlığının ortaya konulması açısından tek başına yeterli kabul edilemez.
Sigortalılıktan söz edilebilmek için, çalışmanın varlığı, Yargıtay uygulamasında 506 S.K.nun 79/8.maddesine dayalı sigortalılığın tespiti davaları yönünden kabul edilen ilkelere uygun biçimde belirlenmelidir.
Zira, sigortalılığın başlangıcına yönelik her dava, sigortalılığın tespiti istemini de içerir. Aksine düşünce, özellikle yaşlılık aylığının kabulü için öngörülen sigortalılık süresi yönünden çalışanlar ile çalışmayanlar arasında adaletsiz ve haksız bir durum yaratır.
Bu nedenle, işe giriş bildirgesinin verildiği, ancak, yasal diğer belgelerin bulunmadığı durumlarda, çalışma olgusunu ortaya koyabilecek inandırıcı ve yeterli kanıtlar aranmalı ve Kamu düzenine dayalı bu tür davalarda, hakim, görevi gereği, doğrudan soruşturmayı genişleterek, sigortalılık koşullarının oluşup oluşmadığını belirlemelidir.
Bu davalarda da, işyerinde tutulması gerekli dosyalar ile Kurumdaki belge ve kanıtlardan yararlanılmalı, ücret bordroları getirtilmeli, müfettiş raporları olup olmadığı araştırılmalı, işyeri çalışanları saptanmalı ve sigortalının hangi işte ne kadar süre ile çalıştığı açıklanmalı, gerektiğinde komşu işyeri çalışanlarının bilgilerine de başvurularak gerçek çalışma olgusu, somut ve inandırıcı bilgilere dayalı biçimde kanıtlanmalıdır.
Yargıtay H.G.K.’nun 16.6.1999 gün ve 1999/21-510-527; 30.6.1999 gün ve 1999/21-549-555; 5.2.2003 gün ve 2003/21-35-64; 15.10.2003 gün ve 2003/21-634-572; 9.2.2005 gün ve 2004/21-734 E., 2005/49 K. sayılı kararlarında da aynı ilkeler benimsenmiştir.
Hizmet tespiti davalarının hukuki niteliği ortaya konulduktan sonra, somut olay bu çerçevede değerlendirildiğinde;
Davacının tanık olarak bildirdiği kişilerin aynı dönemde davacı ile birlikte bu işyerinde veya komşu işyerinde çalışan kişiler olup olmadığı gerekli kurum ve kuruluşlardan sorulmadan ve bu konuda yeterli araştırma yapılmadan dinlendiği dikkate alındığında, tanıkların beyanlarının tespite esas olamayacağı ortadadır.
Mahkemece direnme kararına esas alınan, daha önce davacı ile davalılardan V. H. arasında görülüp temyiz edilmeksizin kesinleşen, Bakırköy 1. İş Mahkemesi’nin 25.07.2008 gün ve 2008/10-694 Sayılı dosyasında davalı SGK’nun taraf olmadığı gözetildiğinde, bu karar taraflar asında delil niteliği olabilir ise de, Sosyal Güvenlik Hukuku ilkelerine göre işverenin çalışma olgusunu kabul etmesinin dahi sonuca etkili olmayacağı, yine de mahkemenin gerçek çalışma olgusunu kendiliğinden araştırması gerektiği, bu kararda gerçek çalışma olgusunun yeterince araştırılıp araştırılmadığı hususlarının Yargıtay denetiminden geçerek kesinleşmediği gözetildiğinde bu kararın davanın kabulü için yeterli olamayacağı açıktır.
Ayrıca yine mahkemece, direnme kararına esas alınan İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı Kocasinan Vergi Dairesi’nin 6.11.2008 tarihli yazı ekinde dosyaya gönderdiği 06.09.2001 tarihli davacının imzası bulunan tutanakta, davacının hangi tarihten beri davalı V. H.’nın aracında şoför olarak çalıştığını açıkça ve ayrıntılı bir şekilde beyan etmediği anlaşılmaktadır. Bu belgenin de tespit istenilen tarihler arasında davacının davalı kişi yanında çalıştığının kesin ve inandırıcı olarak kanıtlamaya yeterli olmadığı ortadır.
Bu hususlar dikkate alındığında; olayımızda mahkemece, yapılan araştırma ve incelemenin, hiçbir şüpheye yer vermeyecek derecede, davacının iddiasını kanıtlamaya yeterli somutluk ve açıklıkta olmadığı belirgindir.
Öyle ise; mahkemece yapılacak iş, davacının davalı işveren yanında çalışma olgusunun varlığının kanıtlanabilmesi yönünden; tespiti istenilen dönemde davacı ile birlikte çalışan tanıkların ve komşu işyerleri sahipleri ile çalışanlarının bilgi sahibi kurum ve kuruluşlardan sorulmak suretiyle tespit edilerek, çalışmanın gerçek bir çalışma olup olmadığı yönünde beyanda bulunabilecek tanıklar tespit edilerek, davalı işyerinin 506 Sayılı Kanun kapsamında olup olmadığını sormak, gerçek çalışma olgusunun yukarda belirlenen ilkeler çerçevesinde belirlendikten sonra davacının hizmet süresini belirleyip varılacak sonuca göre karar vermekten ibarettir.
Bu sebeple usul ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı SGK ve davalı V. H. vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme kararının yukarda yazılı ve Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı BOZULMASINA, 5521 Sayılı İş Mahkemeleri Kanunun 8/3. fıkrası uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere, 04.07.2012 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
Yorum Gönder