8 MART DÜNYA EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN
Ben konuşmama 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nasıl ortaya çıktı? 8 Mart kadınlar günü neden kutlanıyor? Konusunda kısa bir bilgi vererek başlamak istiyorum.
“Evet her yıl 8 Mart’ta kutladığımız, “ Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü” Birleşmiş Milletler tarafından tanımlanmış uluslararası bir gündür. İnsan hakları temelinde kadınların siyasi ve sosyal bilincinin geliştirilmesine, ekonomik, siyasi ve sosyal başarılarının kutlanmasına ayrılmaktadır.
8 Mart Dünya Kadınlar Günü, Birleşmiş Milletler tarafından, 16 Aralık 1977 tarihinde kabul edilmiştir. ABD’de başlayan Kadınlar Günü kutlamaları zamanla dünyaya yayılmıştır.
Tarihçe
8 Mart 1857 tarihinde ABD’nin New York kentinde 40.000 dokuma işçisi daha iyi çalışma koşulları istemiyle bir tekstil fabrikasında greve başladı. Ancak polisin işçilere saldırması ve işçilerin fabrikaya kilitlenmesi, arkasından da çıkan yangında işçilerin fabrika önünde kurulan barikatlardan kaçamaması sonucunda, 129 kadın işçi can verdi. İşçilerin cenaze törenine 10.000’ i aşkın kişi katıldı.
26 - 27 Ağustos 1910 tarihinde Danimarka’nın Kopenhag kentinde 2. Enternasyonale bağlı kadınlar toplantısında (Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı) Almanya Sosyal Demokrat Partisi önderlerinden Clara Zetkin, 8 Mart 1857 tarihindeki tekstil fabrikası yangınında ölen bu 129 kadın işçinin anısına 8 Mart’ın " Internationaler Frauentag " “ International Women's Day - Dünya Kadınlar Günü ” olarak anılması önerisini getirdi ve öneri oybirliğiyle kabul edildi.
İlk yıllarda kutlama için belli bir tarih belirlenmediği için ilkbaharda anılıyordu. Tarihin 8 Mart olarak belirlenmesi, 1917 Bolşevik Devrimi’nin önderi ve Sovyetler Birliği'nin kurucusu Lenin'in önerisiyle, 1921 yılında Moskova’da düzenlenen 3. Uluslararası Kadınlar Konferansı’nda (3. Enternasyonal Komünist Partiler Toplantısı ) olmuştur. Bu toplantı sonrasında, 8 Mart “ Dünya Emekçi Kadınlar Günü ” olarak anılmaya başlanmıştır.
Birinci ve İkinci Dünya Savaşı yılları arasında sosyalizmin yayılmasından çekinen bazı ülkelerde anılması yasaklanan Dünya Kadınlar Günü, 1960’lı yılların sonunda Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleşen çeşitli gösterilerde anılmaya başlanmasıyla birlikte Batı Bloku ülkelerinde daha güçlü bir şekilde gündeme geldi. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 16 Aralık 1977 tarihinde 8 Mart’ın “Dünya Kadınlar Günü” olarak anılmasını kabul etti.
Türkiye’ de bakalım ; 8 Mart Dünya Kadınlar Günü
Ülkemizde ise 8 Mart “Dünya Kadınlar Günü” ilk kez, 1921 yılında “Emekçi Kadınlar Günü” olarak kutlanmaya başlandı. 1975 yılında ve onu izleyen yıllarda daha yaygın bir şekilde kutlandı. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü kapalı mekanlardan sokaklara taşındı. 1975 yılında, “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapıldı. 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi'nden sonra dört yıl süreyle herhangi bir kutlama yapılmadı. 1984’ten itibaren her geçen gün daha da geniş kitlelerle kutlanmaya devam ediliyor.
ATATÜRK VE TÜRK KADINI
Konuşmama Ulu önder Atatürk ve Türk kadınına kazandırdığı değerler ve bu değerlerin korunmasında kadınlara düşen görevler nelerdir? konusuna değinerek devam edeceğim. Hiç şüphesiz ki toplumsal yaşantısını kadın-erkek hak ve eşitliği üzerinde kuran bir toplumun en önemli aktörlerinden biri kadınlardır. Kadının toplumsal rolleri, haklarının nasıl belirlendiği, tutum ve davranış örüntülerinin hangi dinamiklerle belirlendiği son derece önemlidir.
Bu kapsamda bir değerlendirme yapacak olursak, Türk kadınının haklarını elde etmeleri sürecinde asıl önemli dönüm noktası Kurtuluş Savaşıdır. Savaş kazanılıp, “ Misak-ı Millî ” ile belirlenen ulusal sınırlar içerisinde tam bağımsız ve egemen bir ulus devlet kurulduktan sonra, Atatürk’ün ikinci hedefi toplumu çağdaş “uygarlık düzeyinin üzerine” taşımaktı. Atatürk, birçok alanda geri planda kalmış olan kadınların, bundan böyle toplumun her alanında ve özellikle erkekle birlikte yürümesi, çalışması ve ilerlemesi gerektiği düşüncesinden hareket etmekteydi.
Cumhuriyetin ilk evresinde kadınlara sosyal ve siyasi hakların tanınmasında son derece hızlı sayılabilecek atılımlar gerçekleştirilmiştir. Bu süreçte Mustafa Kemal Atatürk, kadın haklarını batılılaşmanın ve çağdaşlaşmanın bir unsuru olarak algılamıştır. Bu durumu çoğu konuşmasında çok açık bir şekilde belirtmektedir.
“ Bir sosyal hayat, bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan oluşmaktadır. Mümkün müdür ki bir kitlenin bir parçasını ilerletelim. Diğerini görmezden gelelim de kitlenin genel durumu ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki bir camianın yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin. Şüphe yok ki ilerleme adımları, dediğim gibi iki cins tarafından beraber, arkadaşça atılmak ve ilerleme ve yenilenme alanında mesafe kaydetmek lazımdır. Böyle olursa devrim başarılı olur" (Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri, cilt 2, s. 219)
Atatürk, özellikle Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ’ne etkin bir biçimde katılmış olan ve sonunda da kurulan Ulusal Cumhuriyet’te “ Türk Kadını ” olarak yer alan kadınların yerini, kadınlığın doğası gereği “yüksek” bir mevkii olarak tanımlamıştır. Atatürk’ün kadın haklarını getirmesinde ve savunmasında iki temel amaç vardır. Bunlardan bir tanesi kadınları tam ve eşit vatandaşlar haline getirip, kamu yaşamına açmak İkincisi de kadının etrafını saran geleneksel cemaatlere bağımlılığını kaldırarak kadının bireyleşmesini sağlamaktır.
Bu çerçevede Atatürk’ün kadın haklarına temel katkısı laiklikle birlikte başlamıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi reformlar devletin, birey üzerinde mutlak kontrol sahibi olan kurumlan tanımadığını, devletin kadın ve erkek bütün bireyleri tek tek muhatap alırken, cemaatlere ne kolektif bir kimlik tanıdığını ne de onlara kendi mensuplarını kollama ve kontrol etmede özel bir imtiyaz tanıdığını görüyoruz. Bu çerçevede gerek millet olarak gerekse din ve mezhep olarak cemaatlere bolunmuş Osmanlı hukuk ve devlet sistemi ile beraber, onun bir yansıması olan sosyal yapılar da reddedilmektedir.
1924 Anayasasından itibaren birey kanun önünde tektir ve eşittir. Bu o döneme kadar ancak bir cemaate ve/veya bir erkeğe ilişkin olarak var olabilen kadınlar için son derece önemli bir kazanımdır. Türk kadınının bireyleşme süreci içinde en önemli kazanımı Medeni Kanun’la sağlanmıştır.
1926’da çıkan Medeni Kanun, karı koca arasında bugünkü beklentiler çerçevesinde eşitlik sağlamasa bile kadına çok önemli haklar getirmektedir. Ancak lâik bir sistem içinde kabul edilebilecek olan bu kanun kadını mirasta, boşanmada, evlilikte, çocukların velayetinde eşit konuma getirmektedir. Çok eşlilik, kadın ve erkek için aynı şekilde yasaklanmakta; kadın ve erkeğe boşanmada eşit hak ve yükümlülük getirilmekte, çocukların velayeti ise mahkeme kararma bırakılmaktadır.
Medeni Kanun bir yandan farklı cemaatlere tanınmış özel hukuk imtiyazını kaldırırken, ailede erkek egemenliğini ve üstünlüğünü büyük ölçüde sarsmıştır. Aynı şekilde Borçlar Kanunu gibi özel hukuka bağlı birçok hukuki muadelelerde de kadın ve erkekler büyük ölçüde eşit hale gelmiştir. Diğer taraftan cezai kapasite açısından kadın ve erkek eşittir. Kadın ve erkeğin şahitliği eşit hale getirilmiştir. Özetle, tüm bu hukuki düzenlemelerde, her ne kadar aile içinde bazı korumaya yönelik tedbirler amaçlanarak, özellikle evli kadınlar bazı haklardan mahrum edilmekteyse de kadına önemli ölçüde haklar kazandırmıştır. 1930’lu yıllara girildiği zaman kadınlar büyük ölçüde hukuki alanda güçlendirilmiş durumdadır.
Bu değerlendirmelerimiz ışığında bakıldığında, Atatürk reformlarının bugünün Türkiye’sinde, Cumhuriyetin kuruluşunun 100. yılında toplumsal, kültürel ve siyasal alanlarda belirleyiciliğini kaybetmediğini çok rahatlıkla söyleyebiliriz. Kurtuluş Savaşı’nın hemen ardından Atatürk tarafından önerilen Cumhuriyetin temel ilkeleri bugünün ihtiyaçlarına büyük ölçüde karşılık vermektedir. Bu da modernleşme ve demokratikleşme projesinin son derece büyük bir öngörüyle hazırlandığının göstergesidir.
100 yıl öncesinden bugüne taşınan ulus devlet olma, birey olma, laik ve demokratik olma, “muasır medeniyetler seviyesine çıkma” gibi Cumhuriyet değerleri toplumun tüm kesimlerini “çağdaş bir vatandaş” anlayışında yetişmesini sağlamıştır.
İşte bu süreçte gerçekleştirilmiş olan Atatürk İnkılâplarının Türk kadınları için ayrı bir önemi vardır. Birçok kazanımın elde edildiği ve kadın hakları konusunda son derece radikal yeniliklerin hayata geçirildiği bir dönüşüm süreci gerçekleştirilmiştir. Bu dönüşüm sürecinde, eğitim, hukuk, ekonomi ve kültür alanındaki yapılan yeniliklerle, Türk kadınları eşit ve özgür bireyler olarak toplumdaki yerlerini almışlardır.
Bu nedenledir ki Atatürk’ün kadına özgü düşünceleri evrensel niteliktedir. Atatürk, 1923 yılında “şuna inanmak lazımdır ki dünya yüzünde gördüğünüz her şey kadının eseridir” demekte ve “toplumun başarısızlığının asıl sebebi kadınlara karşı olan bilgisizlikten ileri gelir, bir toplumun bir organı faaliyette iken diğer bir organı işlemez ise o toplum felç olur” ana düşünceleri ile çağdaş bir bakışı yansıtmaktadır.
Türk kadınının, kadının aktif olduğu bir topluma geçişi işte bu dönemde yapılan yenilikler ile olmuştur. Bu yeniliklerin başında eğitim ve hukuk alanında yürürlüğe giren yasalar, kadın hak ve sorumluluğunun belirlenmesine öncülük etmiştir.
Atatürk 1924 yılında yürürlüğe koyduğu bir yasa ile (Tevhid-i Tedrisat) eğitimi merkezileştirmiş ve bu vesileyle Türk kızlarına ilkokul ile birlikte ortaokul, lise ve hatta yüksek öğrenim kapılarını açmıştır. Her vatandaşa, istediği öğretim biriminde eğitim yapma imkânı tanınmıştır. Yine bu yasa sayesinde cinsiyet farkı gözetilmeden eğitimde fırsat eşitliği getirilmiştir.
1926 yılında kabul edilen Türk Medeni Kanunu ile de kadının sosyal hayatı çağa uygun olarak yeniden düzenlenmiştir. Bu kanun ile kadına temel haklar verilmiştir. Tek eşlilik kabul edilmiştir. Boşanmanın yargı önünde olması hükmü getirilmiştir. Kadın erkekle eşit haklara kavuşmuştur. Mülk edinmede kadın da hak sahibi olmuştur. Kadına erkekle eşit işe eşit ücret alma hakkı kazandırılmıştır.
Bunun yanı sıra şapka ve kıyafet inkılâpları gerçekleştirilmiştir. Böylece medenî ülkeler düzeyine ulaşmayı amaçlayan Türk insanının medenî kıyafetli olması suretiyle bağnaz düşüncelerin eseri olmaması sağlanmıştır. Tekkeler, türbeler kapatılmıştır. Şeriye Vekaleti kaldırılmıştır. Böylece din ve devlet görevleri birbirinden ayrılmıştır. Hukuksal alanda ayrıca Şeriye Mahkemeleri ve mecelle gibi dinsel içerikli yasalar kaldırılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu önderi Atatürk İnkılâplarını büyük bir basiret örneği ve titizlikle halkına kabul ettirmiş ve uygulamada da önderlik etmiştir. İşte bu anlamda değerlendirmemiz gerekirse Türk kadınının siyasal haklardan yararlanması da Ulu Önder Atatürk’ün ileri görüşlülüğü ile dünya ülkelerinin birçoğundan önce olmuştur.
1923 yılında Cumhuriyet’in ilânı ile Atatürk İnkılâpları bir bir ortaya çıkmaya başlamıştır. 1920’lerde Atatürk her vesileyle Türk toplumunda kadının önemini vurgulamış ve kadının toplumsal statüsünün yükseltilmesi gerektiği üzerinde düşüncelerini açıklamıştır.
1923 yılında kadının erkekle birlikte sosyal hayata katılması yönünde şöyle demektedir: “Daha endişesiz ve korkusuzca, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadını ilmî, ahlaki, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur.”
1935 yılında ise: “Siyasî ve sosyal hakların kadın tarafından kullanılmasının, beşeriyetin saadeti ve prestiji açısından olduğuna eminim” demektedir. Bu yaklaşımlar ile Atatürk bir dizi reform gerçekleştirmiştir. Bunlardan en önemlileri şunlardır:
3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim hizmetleri merkezileştirilerek halen sürdürülmekte olan eğitim sisteminin temeli atılmıştır. Yine aynı tarih ve 431 sayılı kanunla da hilafetin kaldırılması ile 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasiye Kanunu (Anayasa) ile lâiklik ilkesi kabul edilmiştir. 17 Şubat 1926 yılında kabul edilen ve aynı yıl yürürlüğe giren Türk Medeni Kanunu ile de Türk kadınına, şeriat kurallarından arındırılarak medenî ölçülerde çeşitli haklar verilmiştir.
1-Öğretimin her kademesinde kız-erkek birlikte eğitim görülmesi
Mustafa Kemal Atatürk, kadınlarına gerekli eğitimi veremeyen bir toplumun ilerleyemeyeceği düşüncesindeydi. Bu yüzden “Bir toplumun yarısı topraklara zincirlerle bağlı kaldıkça, diğer kısmının göklere yükselmesinin imkânsız” olduğu gerçeğini her vesileyle hatırlatmıştır. Türk kadınının eğitimde eşit haklara ve fırsat eşitliğine sahip olması konusunda çok çalışmıştır. Türk erkek ve kadının birlikteliğini sağlamak için okullarda yan yana, omuz omuza eğitim görmelerine olanak sağlamış ve bunu uygulamıştır. Karma eğitimle; öğretim, kız-erkek birlikteliğinde daha sağlıklı oluşabilmekte; kadınların erkeklerle birlikte eğitilmeleri kadın-erkek eşitliğini yaşama geçirmekte, kaç-göçü ortadan kaldırmakta, dengeli kişilikler oluşmakta, toplumsal kaynaşma ve bütünleşme artmakta ve demokrasinin yolunu açmakta; eğitimin ve sonuçta diğer sosyal hizmetlerin maliyeti azalmaktadır.
3 Mart 1924 günü Mecliste kabul edilen Tevhid-i Tedrisat Kanunu kısaca, her kademedeki eğitim-öğretimin tek elden yürütüleceğini, bunun da Maarif Vekâleti aracılığıyla devlet eliyle yapılacağını belirtiyordu.
Milli Eğitim Bakanlarımızdan Hasan Ali Yücel Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nu şöyle yorumluyordu: “Kanun Türkiye’de ‘tek tip okul’ sistemini kurmuş oluyordu. Maarif mektepleri, açtığı ve açacağı okullarda veyahut özel teşebbüslerle açılan öğretim kurumlarında din, ırk, mezhep farkı tanımadan bütün vatandaşların çocukları için aynı hakları göz önünde tutarak, onların arzu ettikleri bütün öğretim derecelerinde bilgi elde etmelerine ve yetişmelerine imkân veriyordu.”
Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile eğitim-öğretimde birlik sağlandı ve karma eğitime geçildi. Erkek ve kız çocuklarının ayrım yapılmaksızın bütün eğitim kademelerindeki eğitim ve öğretimden yararlanması sağlandı. Okullarda kız-erkek ayrımı sonlandırıldığı gibi dinsel öğretim de yasaklandı. 20 Nisan 1924’de yürürlüğe giren Anayasası’nın 87. maddesi ile de ilköğretim kız-erkek herkese zorunlu hale getirilerek kız çocuklarının okutulması Anayasal zorunluluk haline getirilmiştir.
Kızların eğitim alanındaki yükselişi bu anlamda laik bir ahlak eğitimi alabilmeleri ile sağlanmaya çalışıldı. Kadınların eğitim yoluyla meslek edinip toplum yaşamına katılması Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen en önemli dönüşümlerden biridir.
2-Kız Enstitülerinin açılması
Mustafa Kemal Atatürk, ülkenin kısa sürede her bakımdan kalkınması için yetişmiş insan sayısının arttırılmasını istemiş, bunun da ancak millî kültüre, laik ve bilimsel yöntemlere dayalı eğitim ve öğretim yapacak kurumların açılmasıyla mümkün olacağına inanmıştır.
Bu doğrultuda 1928’den itibaren açılan yeni okullar arasında en dikkate değer olanları Cumhuriyet’in modern ideal kadın tipini yetiştirecek olan Kız Enstitüleri’dir. Kız Enstitülerine örneklik teşkil eden okul, 1928 yılında Ankara’da açılan İsmet Paşa Kız Enstitüsüdür. Kız Enstitülerinin bir amacı kızları ideal bir ev kadını yapmak, diğeri ise hayatlarını kazanabilecek kabiliyette yetiştirmektir. Diğer bir amacı da kadının yaşam tarzıyla birlikte dış görünüşünü de modernleştirmektir.
Cumhuriyet döneminde kurulan Kız Enstitüleri kadına bakışın geleneksel yanlarını taşımakta ve medeni araçlar aracılığıyla, iyi-güzel yaşamaya yönelik bilgileri kadınlara vermekteydiler. “Kadına Özgü” olarak aldıkları eğitimle meslek edinerek “Modern ve Bilgili Ev Hanımı” olarak yetiştiriliyorlardı. Değişerek gelişen Kız Enstitülerinde eğitimde Batılı metotlar benimsenmiş, yurt dışından getirilen uzmanlardan yararlanılmış ve eğitim için yurt dışına öğretmen ile öğrenci gönderilmiştir.
Kızlara iş alanı açmak ve el becerileri kazandırmak amacıyla açılan bu kurumlar, zamanla Türk el sanatlarını ve işlemelerini modernize ederek Türk modasının ve kültürünün yurt içinde ve yurt dışında tanıtımı işini üstlenmiştir. Bu tanıtımda düzenlenen defileler önemli rol oynamıştır. Buradan kız öğretmen olarak yetişen öğrenciler, öğretmen olarak görevlendirildikleri köylerde öğrencilere verdikleri eğitim aracılığıyla köy kadınlarına da modern ev hanımlığını öğretmekteydiler.
3-Kadının eşit yurttaş sayılması
Atatürk İnkılâpları sonuçları bakımından aile hukukunda da büyük yenilikler meydana getirmiştir. Bu yeniliklerin hepsi iyiye, faydalıya ve doğruya yönelmiştir. Medeni Kanun’un kabulü ile aile hukukumuz çağdaş nitelik kazanmış, Türk ailesi hukuksal yönden daha sağlam temellere oturtulmuştur.
Eski aile düzenindeki çok kadınla evlenme adeti kaldırılmış, yerine kadına değer vermenin en açık ifadesi olan tek kadınla evlenme şekli kanun maddesi olarak kabul edilmiştir. Kadını mal olarak kabul eden köhne zihniyet Atatürk Türkiyesi’nde Medeni Kanun’un kabulü ile tarihe karışmıştır.
Evlilik birliği imam duasıyla gerçekleşen bir kurum olmaktan çıkarılmış, ancak belediye reisi veya onu temsil eden bir memurun huzurunda yapılan, resmi bir işlem haline getirilmiştir. Birbirini görmeksizin vekiller vasıtasıyla evlenme Cumhuriyet Türkiye’sinde uygulamadan kalkmış, birbirini tanıyan ve anlayan çiftlerin aile kurumunu meydana getirmelerine olanak sağlanmıştır. Bütün bu yenilikler Türk aile kurumunu hukuksal bir desteğe oturttuğu gibi, Türk kadınına da gereken teminatı kazandırmıştır.
4 Nisan 1926 tarihinde Medeni Kanun’un kabul edilmesiyle evlenme, boşanma, miras hukuku lâik bir temel üzerinde düzenlenerek ailenin ve kadının statüsü korunmuştur. Türk kadını pek çok Avrupa ülkesinde kadınların sahip olmadığı haklara kavuşmuştur.
Bu kanun ile ailedeki ilişkiler ağı oldukça önemli değişikliğe uğradı. Öncelikle çok eşli evliliğe son verildi. Bununla birlikte kadın ve erkek için evlilikte yaş sınırı konuldu. Miras konusunda kız çocuklara erkek çocuklarla aynı haklar verildi ve birbirlerine eşit kabul edildi. Mahkeme önünde kadın ve erkeğin eşit şahitliği kabul edilmiştir. Kadınlara istediği işte çalışma hakkı tanınmıştır. Buna karşın evlilik kurumunda geleneksel olarak benimsenen anlayış sürdürüldü ve erkek, aile reisi olarak tanımlandı. Kadına boşanma hakkının verilmesi de diğer bir yenilikti.
4-Kadına seçme-seçilme hakkının verilmesi
Türk kadınının siyasal etkinlikleri, seçme ve seçilme hakları da bu yıllarda gündemde yer alarak üç aşamada tanınmıştır. Öncelikle 3 Nisan 1930 gün ve 1580 sayılı yasa ile Türk kadınına ilk kez belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Daha sonra 26 Ekim 1933 gün ve 2349 sayılı kanunla da kadınlar köy ihtiyar heyetlerine ve muhtarlığa seçme ve seçilme haklarını elde etmişlerdir. Siyasal hakların son halkasını da 5 Aralık 1934 gün ve 2599 sayılı 10.maddesi; 22 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk, milletvekili seçme hakkına sahiptir, 11. maddesi de 30 yaşını bitiren kadın-erkek her Türk, milletvekili seçilebilir, diyen Teşkilat-ı Esasiye Kanunu teşkil eder.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk kadınının hukuki ve siyasal anlamda yerel ve merkezi yönetimler için seçme ve seçilme hakkını elde etmesini, bilinçli olarak bu hakkını kullanmasını çok önemsemiştir. Belediye kanununda kadınlara seçme ve seçilme haklarının verilmesiyle ilgili gelişmede Afet İnan’ın büyük katkısı olmuştur.
Kadınlara da seçme seçilme hakkının verilmesini savunan Afet İnan’ın başından geçen bir olay bu mücadeleye ivme kazandırmıştır. Şöyle ki 1929- 1930 eğitim-öğretim yılında Yurttaşlık dersi veren Afet Hanım seçimleri kavratabilmek amacıyla, sınıfta örnek bir belediye seçimi düzenlemiştir. Seçimi bir kız öğrenci kazanınca erkek öğrencilerden birinin kadınların seçme ve seçilme hakkına sahip olmadığı gerekçesiyle sonuca itiraz etmesi üzerine Afet İnan’ın konuyu Atatürk’e anlatması ve kadın hakları ile ilgili taleplerini iletmesinden sonra, Atatürk konuyu hukukçulara inceletmiştir. Ardından kadınların belediye seçimlerine katılması meselesi meclis gündemine gelmiştir.
Belediye Kanunu’nun mecliste görüşmeleri esnasında, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından “Belediyelerimizin Anayasası demek olan bu ana kanun büyük inkılâbımızın bir eseri olduğu ve Hükûmetin her işte olduğu gibi bu layihayı da Türk istiklal ve inkılâbının büyük lideri Gaziden aldığı ilham ve onun çizdiği direktifle hazırlanmış olduğu” da altı çizilerek açıklanmış, Türk kadınının bu kanunla belediye islerinde görevlendirildiği ve yakın senelerde TBMM’de de yer alacağı eklenmiştir. 1580 sayılı ve 3 Nisan 1930 tarihli Belediye Kanunla kadınların belediye seçimlerine katılabilmesi TBMM tarafından onaylanınca kadınlara siyasal alanda ilk kez temsil hakkı tanınmış oldu. 1933’te kadınlara siyasal alanda ikinci haklar verilerek, Köy Kanununun 20. ve 25. maddelerinde yapılan değişikliklerle kadınlara köyde muhtar ve ihtiyar kuruluna seçme ve seçilme hakkı verildi.
Bütün bu yeniliklerden sonra, 1934’te 1924 Anayasasının 10 ve 11. Maddelerinde yapılan değişiklikler ile kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Kanun müzakereleri sırasında Atatürk’ün “Siyasal ve toplumsal hakların kadın tarafından kullanılmasının insanlığın saadeti ve prestiji açısından gerekli olduğuna eminim” şeklindeki sözleri kadın hakları konusundaki düşüncelerini yansıtmaktadır. Bu haklar 5 Aralık 1934 tarihinde kanunlaşmıştır (2589 Sayılı Kanun).
Bu kanuna göre; 22 yaşını bitiren her vatandaş milletvekili seçimlerine oy kullanabilecek, 30 yaşını bitiren her vatandaş ise milletvekili seçilebilecektir. Türk kadınlarının ilk oy kullanması 1935 yılında olmuştur. 1934’te kadınlara milletvekili seçilebilme hakkı tanınması Türk kadınını çağdaş ve ileri ülkelerin seviyesine çıkarmıştır. Türkiye’de kadınlara milletvekili seçilebilme hakkı tanınması dünya çapında yankılanmış ve birçok ulus kadını bundan örnek alma çabasına koyulmuştur. Avrupa ülkelerinde dahi kadınlar Türk kadınından sonra seçme ve seçilme hakkını elde etmişlerdir. Fransa da kadınlar 1944 yılında, Yunanistan’da 1952, İsviçre’de 1974 yılında seçme ve seçilme hakkına kavuşmuşlardır.
Kazanımların Korunması
1-Mustafa Kemal Atatürk kadını toplumsal hayatın eşit bir paydaşı olarak gören, Türk kadınının toplumsal hayatta hak ettiği yeri alması için sosyal, kültürel, hukuk ve eğitim alanlarda devrimler yapan bir liderdir. Yaptığı devrimlerle “Cumhuriyet Kadını” olarak nitelenen kadın imajının oluşturulmasını ve kökleşmesini sağlamıştır.
2- Bugün Ulu önder Atatürk’ün Türk kadını ve eğitimi için söylediklerine ve yaptıklarına baktığımızda, ne kadar gerçekçi ve ileri görüşlü olduğu bir kez daha çok net olarak ortaya çıkmaktadır. Türk kadını Atatürk’ün kendisine kazandırmış olduğu haklara sahip çıkmalı ve bu hakların korunması hususunda sonuna kadar mücadeleci olmalıdır. Aksi halde Türk Dünyasının medar-ı iftiharı Ganira Paşayeva’nın deyimiyle “cennetteki o karanlık yer” de kendilerine yer aramalıdırlar. Zira bu karanlık yer “kadın olup da kadınlar davasına akıl yormayan, ellerini yıkayıp, kollarını sıvamayanlar içinmiş”.
3-Medeni Kanun’un (1926) kabulünden 98 yıl geçmesine rağmen toplumda ve ailede cinsler arası barış sağlanamamış, kadın-erkek eşitliği fikri yeterince hız kazanamamıştır. Maalesef günümüzde bazı çevrelerce bu durum kasıtlı ve sistemli bir şekilde yaygınlaştırılmaya çalışılmakta, çağdaş Türk kadınının önü kesilmeye çalışılmaktadır.
4- Medeni Kanun, Ceza Kanunu ve Vatandaşlık Kanununun yeni kadın hakları anlayışı ile gözden geçirilmesinin yanı sıra toplumda kadını aşağılayan cinsiyetçi bakış acısını da değiştirmek gerekmektedir.
5- Siyasal alanda, seçme ve seçilme hakkının sağlıklı ve etkin bir şekilde uygulandığından söz etmek mümkün değildir. Kadın hakları ve çıkarları siyasi partilerin programlarında yeterince yer almamaktadır. Kadını siyasette gözle görülür yokluğu bugünün Türkiye'sinde sistemin sabitliği, sağlığı ve devamlılığı açısından hiç de arzu edilir bir durum olmamalıdır.
6- Yaşanan tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen, Türkiye’de kadınlar kendilerini çok zorlayan baskı altında tutulma biçimlerinden ve haksızlığa uğramaktan kurtulmak için çareler üretmektedir. Bunların başında kadın ve kızların eğitimi ve çalışma hayatına katılması gelmektedir.
7-2007 yılında Sivil Toplum Kuruluşlarının öncülüğünde yapılan, 14 Nisan Ankara, 29 Nisan İstanbul ve 13 Mayıs İzmir Cumhuriyet Mitingleri Türk kadınlarının haklarını korumaları konusunda açık ve kararlı bir tutuma sahip olduklarının göstergesidir. Gerektiğinde yenilerini de yapmak suretiyle Atatürk’ün bizlere Kurtuluş Savaşı başarısı ödülü olarak verdiği çağdaş haklara sahip çıkacağını, Cumhuriyetle birlikte elde edilen bu haklarını kararlı biçimde koruyacağını her platformda dile getirmelidir.
Sonuç
Dinamik bir dünyada bizim tek isteğimiz kendimiz olmaktır. İkinci planda kalmak ve eylemsiz olmak bizlere yetmeyecektir. Bu gerçeği tüm devlet adamlarımızın ve yöneticilerimizin artık kabullenmesi gerekmektedir. Atatürk gibi aydın devlet adamlarının, bürokratların ve sivil toplum kuruluşlarının rehberliğinde kadınlar, kendi potansiyellerini kullanarak sorunlarını aşmaya çalışmalıdır. Bu kapsamda biz kadınlar daha bilinçli ve örgütlü bir şekilde hareket etmeliyiz. Tüm kadınlarımızın bilinçlendirilmesi için daha çok gayret göstermeliyiz.
Yorum Gönder